Cumhuriyet Gazetesi'nden Zülal Kalkandelen'in Yazısı...

Bir ev alım satım işi nedeniyle emlak sektörünün daha önce bilmediğim yönlerini öğrendim. Kötü bir deneyimdi.

Sonuçta ne ev satılabildi ne de alınabildi ama öğrendiklerimi anlatırsam belki birilerine faydası olur diye düşündüm.

Son birkaç haftadır oturduğum evi satıp, üzerine bir miktar ekleyerek başka bir ev almak için arayışa girdim.

Evim satışa çıkar çıkmaz büyük ilgi gördü ve üçüncü gününde taraflar arasında ön anlaşma sağlandı. 

Bu arada çok yoğun bir şekilde Kadıköy ilçesinde ev aradım. Özel aracım olmadığı için metro ve Marmaray’a yürüme mesafesindeki yerlere baktım.

Sabah erken saatlerde evden çıkıp akşama kadar sokak sokak bölgeyi taradım, çok sayıda emlakçı ile görüştüm.

Her gün internetteki emlak sitelerinden ve telefon uygulamalarından uygun daireleri araştırdım.

Aynı ev için birçok farklı emlakçının ilan verdiği ilan vardı. Önce bunun nedenini anlamamıştım, sonra gerçeği öğrendim. 

Meğerse satılık evler için bir havuz oluşturuluyor ve emlakçılar birbiriyle paslaşarak evi satarlarsa, alıcının ödeyeceği komisyon ücretini bölüşüyorlar.

Bir ilanda görülen ev için bir alıcıdan kaparo alınmış olsa da ilan silinmiyor. Çünkü bu yolla alıcıları avlamaya çalışıyorlar...

Bu yöntem o hale gelmiş ki, mesela bir evi beğendiniz, tapusunda bir sorun var mı diye soruşturacaksınız; bunun için kısa bir zaman istiyorsunuz ama iki saat sonra ev başka bir emlakçı tarafından satılabiliyor. 

Biraz düşüneyim, ertesi gün karar veririm derseniz emlakçı, “Bu fiyat bugün için geçerli, yarın fiyatı artacak!” diyor, gerçekten de aynı ev için ertesi gün daha çok para isteniyor...

Kaparo bırakıp işi biraz daha sağlama almak isteseniz bile onun da tam garantisi yok, daha fazla veren olursa mülk sahibi karar değiştirebiliyor.

Hatta evi görmeden bile kaparo verenler olunca ev almak tam bir strese dönüşüyor!

Çok lüks evler söz konusu olduğunda bu sorunlar yaşanmıyor. Zaten onları alabilenler sınırlı ama daha mütevazı daireler adeta kapanın elinde kalıyor...

Yeni ev almaya gücünüz yetmeyeceğinden eski yapılara bakıyorsunuz ama onlarda da tapudaki arsa payına dikkat etmezseniz, kentsel dönüşümden sonra dairenizin epeyce küçülme riski var ve oturulabilir bir yer edinmek için müteahhide ödeme yapmanız gerekebiliyor...

Bu işte bir gariplik var...

Bilgisayar alırken bile daha çok düşünür insan, böyle ev mi alınır...

Ev alan bu kadar çok insan mı var?

Bunları düşünürken bu acayip durumun asıl nedenini anladım. 

Gördüm ki ev sahiplerinin ve alıcıların önemli bölümü Türkiye vatandaşı değil. Vatandaşlık alabilmek için gayrimenkule yatırım yapıyorlar.

Üstelik son haftalarda gayrimenkule hücum etmelerine yol açan bir etken daha var...

Hükümet, Eylül 2018’de aldığı bir kararla, vatandaşlık için ev alımında öngörülen bedeli 1 milyon dolardan 250 bin dolara indirmişti.

O zamandan beri evlerin önemli bölümü bu amaçla yabancılara satılmış ve bu yolla vatandaşlığı elde edenler, daha sonra tekrar o evleri satmaya başlamış. 

Buna ek olarak, 13 Nisan’da medyaya aşağıdaki şekilde yansıyan bir gelişme daha oldu.

“İstisnai Türk vatandaşlığı için satın alınacak gayrimenkulün değeri artırılıyor. Başvuru için alınacak gayrimenkulün değeri 250 bin dolardan 400 bin dolara yükseltilecek.

Düzenleme, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılan kabine toplantısında ele alındı.

Vatandaşlık başvurusu için yalnızca 400 bin dolar veya karşılığına denk gelen döviz tutarında gayrimenkul satın almak yeterli olmayacak. Alınan taşınmazın tapuda üç yıl satılamaz şerhinin olması gerekiyor.”

Bu bilgiyi önceden duyanlar, piyasada bulabildikleri evleri hiç görmeden satın almaya başlamış! 

Enflasyona ve sahtekârlıklara ek olarak, emlak piyasasının satılık vatandaşlık için araç haline gelmiş olması yüzünden, fiyatlar aşırı artmış ve iş çığırından çıkmış! 

Editör: TE Bilisim