Yurtbay Seramik’in YouTube kanalında yayınlanan ‘Mimarın Yolculuğu’ söyleşi serisinin yeni konuğu, Mimarlar ve Han Tümertekin Proje Danışmanlık Ofisi Kurucusu Han Tümertekin oldu. Pelin Olgun moderatörlüğünde, Han Tümertekin tasarımı Arnavutköy’de konumlanan B3 Evi’nde gerçekleştirilen söyleşide Mimar Han Tümertekin, öğrencilik yıllarından başlayarak mesleki yolculuğunu, mimarlığa bakışını, Kız Kulesi restorasyonunu ve güncel projelerini anlattı.

Büyüdüğü evde, mekanla birlikte yaşadığını söyleyen Han Tümertekin, “Son yıllarda mimarlığıma bakıyorum, babamın sık sık kullandığı bir cümle tasarımlarıma yer etmiş: ‘Bölünmüş ama tek bir dünya.’ Dünyada her şey birbiriyle ilişkilidir. Nitekim bugün içinde olduğumuz bu evde bile, taşıyıcı sistemden doğramanın kalınlığına ya da bahçeye adım attığınız anda algılamaya başladığınız boğaz manzarasına kadar, her şeyi birbirleriyle ilişkili kurguladığımı görüyorum. Bunun da, ‘Dünyada tek bir mekan vardır, o da yeryüzüdür. Burada her şey birbiri ile ilişkilidir’ düşüncesinin uzantısı olduğunu yahut uygulaması olduğunu anlayabiliyorum” diyor.

Lise yıllarında otomobil tasarımı yapmak istediğini söyleyen Tümertekin, şöyle devam ediyor: “Kemerle bağlanacak kadar hareketsizsiniz. Ama o mekan hareket eder. İşte otomobil tasarımında bana çekici gelen ve üzerinden gelinmesi zor olan şey buydu. Öyle bir tasarım oluşturmalısınız ki, hem hareket etmeye ve sürekli değişen algıya uygun olsun, hem de mutlak hareketsizliği sağlasın ve tatmin etsin. Evet, yapılar hareketsizdir ama işte mimarlık öyle büyülüdür ki, doğası gereği kıpırdayamayan yeri, duygularla ve algıyla müthiş hareketlendirir. Sanırım bu tarafı çekti beni mimarlığın. Yaşantı dediğimiz şey hareket üzerine kurulu, zaten mutlak hareketsizlik ölüm. Onun dışında nesneler hareket etmeseler dahi hayat hareket ediyor. Mimarlık hareket eden ve hareket etmeyeni bir arada tutma becerisidir”

‘Mimarlık büyük çapta görgü işi’

Üniversite yıllarında İstanbul’un tarihi dokusunda ve kitaplıklarda çok vakit geçirdiğini belirten Tümertekin, “Ya Sultanahmet’te ya Gedikpaşa’daydım. Bir kahvede oturup eskiz yapıyordum. Hiçbir şey yapmam gerekmiyordu, bakıyordum; İstanbul müthiş bir şehir… Ve kitaplıkta çok vakit geçiriyordum. Herhangi bir kitap ya da dergiyi çekip alıyordum ve saatlerce onunla vakit geçiriyordum. Görüyorum ki bunların mimarlığıma çok katkıları olmuş” diyor.

Coğrafya profesörü olan babasının doktora öğrencilerinden Ergun Gürpınar’a da çok şey borçlu olduğunu sözlerine ekleyen Tümertekin konuşmasına şöyle devam ediyor: “Ergun Gürpınar bir büroda çalışıyordu. Bir gün, ‘Hocam, bizim büroya gelsin orada vakit geçirsin’ dedi. Gümüşsuyu’nda büroya gittim ve bana, ‘Her şeyini burada bırak, Hilton’a kadar yürü, binalara bak gel’ dedi. Hiç unutmuyorum, apartmandan çıktım, karşımda Japon Konsolosluğu. Bir baktım ne çok şey var; balkon korkuluğunun bağlantısı, saçağın kenarı… O güne kadar görmediğim, hiçbir şekilde kaydetmediğim bir dolu görüntü. Mimarlığa müthiş bir başlangıçtı. Mimarlık büyük çapta görgü işi.”

‘Mimarlık da her iyi yapılan iş gibi zamana ihtiyaç duyar’

Mimarlığa başladığı dönemde çok ciddi bir siyasal ve ekonomik kriz olduğunu belirten Han Tümertekin, şöyle devam ediyor: “Şimdi yapılaşma çok arttı. Mimarın toplumdaki konumu o döneme göre daha farklı ve iyi bir yerde. Yalnız Türkiye’de değil dünya çapında da mimarlardan hep daha hızlı ve daha ekonomik sınırla daraltılmış şekilde proje istenmesi gibi bir gerçek var. Mimarlık da her iyi yapılan iş gibi zamana ihtiyaç duyar”.

‘İyi bir tasarım çevre ve sürdürülebilirliği zaten içerir’

“Ezbere karşı hep tedbirli olmuşumdur” diyen Tümertekin, “Çevre, sürdürülebilirlik gibi kavramlar konusunda biraz ‘kantarın topu kaçtı’ diye düşünüyorum. Herkesin ağzında bu var. İyi tasarım bir süredir, herkesin bağıra bağıra söylediği bu kavramların hepsini zaten içerir” diyor.

‘Seramik, doğal taşın sorun oluşturabileceği alanlardan uzak bir tür doğal malzeme’

Han Tümertekin, mimarlıkta seramiğin kullanımı ile ilgili ise görüşlerini şöyle dile getiriyor: “Hiçbir malzemenin fanatiği değilimdir. Zihnimi açık tutmak için çaba gösteririm. Dolayısıyla her malzemeyi doğru bulduğum yerde, vermesini beklediğim duyguyu vereceği boyut ve konumda kullanmaya yatkınımdır. Bu da, dönem dönem seramiği kullandırtır bana.

Ben uyguladığım malzemenin kendisini doğrudan kullanırım… Renk, doku gibi kararlar almamak yer tutar tasarım sürecimde. ‘Ne renk olacak?’ beni daraltacak sorudur. Doğal malzemeyi doğrudan kullandığınızda bu sorudan kurtuluyorsunuz, zaman kazanıyorsunuz.

Doğal taşın da taşın kalitesine göre zamanla iyi olmayan, yaş almayan ama eskiyen ve yıpranan sonuçları olabiliyor. Ama seramik endüstrisindeki son dönem gelişmeler bu sorunu ortadan kaldırmış durumda. Plaka boyutlarının büyümesi de zamanla seramik kullanımını artırdı. 

“B3 Evi: hem yaşam alanı hem de sanat eserlerinin sergilendiği bir mekan”

1940’lı yıllarda yapılan B3 Evi’nin tasarımında yepyeni bir mekan kurgusu oluşturduklarını belirten Tümertekin, işveren ile daha önceden tanışmış olmalarının proje sürecine olumlu etkilerinin olduğundan bahsediyor ve şöyle devam ediyor: “Aslında kolay ama bilinenlerle masaya oturmak gibi bir dezavantajı da var. Daha yeni ve farklı bir şey yaratmaktan alıkoyabilir sizi. Ama bizim projede işveren gerçekten çok yenilikçi ve bu dediğim tuzağa hiç düşmeyecek biri olduğundan, ben de bir mimar olarak bu tuzağa düşmeme konusunda uyanık ve ısrarlı olduğum için birbirimizi bilerek oturduk ama ötesine nasıl götürebiliriz diye konuşarak eğlenceli bir proje süreci geçirdik.”

“İyi mimarlık, içine hangi işlev yerleşirse yerleşsin mekanın yeni ve farklı durumlarına uyarlanabilmesidir” diyen Han Tümertekin; bir yapı doğruysa kaç yıl sonra olursa olsun bir müze ya da konuta dönüşebileceğini söylüyor ve ekliyor: “Mimarlık tarihine baktığımızda sürekli bu dönüşümleri yaşamış ve her bir dönüşümde nitelikli mekanlar sunmuş olan pek çok yapı görüyoruz”. Mimari yatkınlıklarının olası hayatlar sahnesi oluşturmak olduğunu söyleyen Tümertekin; B3 Evi için “burası bir sanat galerisi mi yoksa bir ev mi?” sorusunu sorduran duygunun kendileri için çok değerli olduklarını belirtiyor ve yanıtını veriyor: “Biri değil hepsi”.

Kız Kulesi restorasyonu süreci

Mimar Han Tümertekin, Kız Kulesi’nde sürdürülen restorasyon projesiyle ilgili ise şunları söylüyor: “Böyle bir yapıyı en az fiziksel müdahale yapılabilir durumda yeniden kullanıma uygun halde düzenlemek, bir mimar için bulunmaz bir nimet. 1940’larda geçirdiği bir yangın sonucu yanmış olan külahı ve kulenin üst kısmı betonarmeye dönüştürülmüş. Betonarme ekler söküldü, adanın dışına taşındı. Şimdi o dönemin özgün hali olan ahşap konstrüksiyonlu kubbesi yapılmakta. Biz mimar olarak ne yapıyoruz? Hatırlarsanız bir dönem Kız Kulesi restoran da içeren bir düzenlenmeye sahne olmuştu. Şimdi gezilen, şehre oradan bakılan bir tür müzeye dönüşüyor. O nedenle de içinde en önemli işlev; ziyaretçilerin dar ve küçük bir hacimli olan kulede gezinti düzenlerinin olabildiğince şehrin tüm açılarından görülebileceği, her noktasına ulaşılabilen bir dolaşım sistemi olan bir tasarım yapıyoruz. Hacim eklenmiyor, zaten kimsenin öyle bir talebi ya da merakı yok. Ziyaretçilerin tekneyle gelip, indikten sonra dolaşacakları, mekanları birbiriyle çelişmeyecek insanları duraksatmayacak şekilde organize etmekle meşgulüz.

Fiziksel olarak en üst noktadaki işlemler bitmeden alt noktalara gelinemiyor. Yakında kulenin külah konstrüksiyonu monte edilecek. Bu önemli bir mühendislik çözümü gerektiriyor. Ondan sonra da aşağıdaki kulenin içindeki merdivenin montajı yapılacak. Sanırım önümüzdeki yazın başında tamamlanmış olur.

Binlerce yıllık bir yapıya dokunmanın, gece uykularınızı kaçırabilecek kadar ağır bir baskısı var. Ama bizi rahatlatan şey, herkesin yapılabilecek en doğru ve en iyiyi yapmaya mutlak inandığı ve öyle davrandığını görüyor olmak.”

Zeki Yurtbay Tasarım Ödülleri…

Zeki Yurtbay Tasarım Ödülleri ile ilgili görüşlerini de paylaşan Han Tümertekin şöyle konuşuyor: “Yarışmalar, hele hele gençken bir tasarımcının kullanabileceği nefis bir enstrüman. Çünkü düşüncenizi hayata geçirip, pek çok deneyden başarıyla çıkmasını gerektiren önemli bir süreç. Bir yarışmayı kazandığınız zaman dikkat çekiyorsunuz, sözünüz dinlenir oluyor. Devamında da ilginç, yaratıcı söz söylemeyi sürdürebiliyorsanız, o yakaladığınız dikkati geliştirip ürüne dönüştürebilirsiniz.

Pek çok jüride yer aldım. Diyebilirim ki jürilerin çok anlık dalgalanmaları, savrulmaları ne yazık ki bazı nitelikli projeleri ödülden yoksun bırakabilir. O yüzden kazanamayabilirsiniz. En iyi tarafı, siz düşüncenizi belli bir formatta derleyip toparlamış, masaya koymuş olursunuz. Bu çevreyi unutun, kendiniz için çok yararlı bir şeydir. O nedenle yarışmalara katılmak kariyerinin başındayken iyidir.

Ödüle gelirsek, kesinlikle motive edici bir şey. Tehlikesi şu; bir tasarımcın aklının bir yerinde tasarladığı şeyle ödül alma ilişkisi varsa bu tehlikelidir. Çünkü birilerine beğendirmek üzere onu yapmaya başlarsınız. Hatta jüri üyeleri açıklandığında da pek çok yarışmacı, ‘jüri buysa bunu beğenir’ şeklinde düşünür, bu da tehlikelidir. Genç bir tasarımcının bütün bunlardan kendini ayırması gerekir. Önemli bir kişilik özelliği ister bu, ama yapılması gereken budur.”

Editör: TE Bilisim