Gün geçtikçe çifte depremin 10 ilde yol açtığı felaket ve yıkım daha iyi anlaşılıyor.

Kahramanmaraş ve Hatay en ağır hasarı alan iller. Üçüncü günün sonunda can kaybı 9 bini geçti, yaralı sayısı 53 bine dayandı.

Depremin büyüklüğü karşısında sonunda borsa da pes etti ve işlemlere ara verdi. Çarşamba gününe kadar borsa bir hafta süreyle kapalı. İşin doğrusu gecikmeli bir şekilde yapıldı.

Depremin niye bu kadar yıkıcı olduğuna iki ana neden gösterilebilir. Biri şehirlerin fay hattı üzerine kurulması, ikincisi de depreme dirençli bina yapmıyor olmamız.

Tarihsel süreç içinde gelişen şehirlerin nereye kurulacağına müdahale etmek oldukça güç.

Şehirleşme gerçekleştikten sonra da yerini tamamen değiştirmek ve taşımak oldukça güç ve maliyetli.

SORUN SİSTEMDE VE UYGULAMADA

Ancak bazı kaydırmalarla şehrin yer değiştirmesi yoluna gidilebiliyor. Bunun örneği 1999 depremi sonrası Adapazarı’nın ve İzmit’in zemini daha sağlam taraflara doğru hafifçe kaydırmasıdır.

Daha önemlisi ise depreme dayanıklı binaların inşa edilmesidir. Bunu yapabilecek ekonomik, teknik güce de sahibiz.

Türk müteahhitleri yurt dışında gayet başarılı ve iyi işler yapıyor. Dünya sıralamasında Türk müteahhitleri ikinci sırada, bazen de üçüncü sırada geliyor. Farklı ülkelerde yapılan inşaatlarda veya konutlarda bugüne kadar büyük bir hata veya yolsuzluk gibi durumlar görülmedi.

Demek ki sorun müteahhitlerde ve insanımızda diyerek işin içinden sıyrılamayız. Asıl sorun oluşan sistemde, uygulamada ve eksik denetimlerde.

Bunun için inşaat veya gayrimenkul sektörünü ameliyat masasına yatırmamız gereklidir.

RANT SİSTEMİNE SON VERMEK

Buradan ülkenin nasıl yönetildiğine, kurallara, kurumlara ve denetimlere geliyoruz.

Elbette işin önemli bir yanı siyasetçi ile müteahhit ilişkilerinin iç içe girmesidir. Bunun da netleştirilmesi ve şeffaflaştırılması gerekiyor.

Bir de arsa ve arazi üzerinden rant elde etme sisteminin değiştirilmesi zamanı çoktan geldi geçiyor.

Bugün İstanbul’da yüksek katlı bina yapılması anlaşılabilir, arsa kıttır. Ama Anadolu kentlerinde bile çok katlı binaların yükselmesinde arsa maliyetlerinin etkisi vardır.

Arsa maliyetini düşürmek için küçük Anadolu kentlerinde bile binalar azami yükseklikte yapılıyor. Sonuçları ise depremlerde ortaya çıkıyor.

Arsa ve arazi rantını önlemenin yolu da basit. Hemen hemen vergisiz olan bu alan normal vergilemeye tabi tutulmalı ve rayiç bedel üzerinden alınıp satılması sağlanmalı. Devlet bunu yapamaz diye bir şey yok, devlet bilir ve isterse yapar.

FİYATLAR TAVANDA KALİTE DİPTE

Yoksa gelişmekte olan bir ekonomide 10 bin doların altında kişi başına geliriyle Türkiye konuta ve binaya ekonomik gücünün çok üstünde bir bedel ödüyor.

Bedel ödendiğine göre kalitesiz ve güvensiz konut ve binaların fakirlik veya düşük gelirle pek ilgisi yok. Türk insanı inşaata, binalara, konutlara uluslararası düzeyde ödeme yapıyor.

Düşünün ki Türkiye konut fiyatları ABD ile yarışıyor. 2020 ortasından itibaren dolar bazında ve reel olarak konut fiyat artışında dünya birincisiyiz.

Bir inşaatın metrekare maliyeti yaklaşık 500 dolardır. 120 metrekarelik ortalama bir konutun maliyeti 60 bin dolar eder.

Ama asıl maliyet unsuru arsa ile belediye izinleri ve kar marjı derken, yeni bir konut bugün Türkiye ortalamasında 60 bin doların yaklaşık üç katına, İstanbul’da ise beş katına satılıyor.

Konutu satın alanlar uluslararası düzeyde bir bedel ödüyor. Ama konuttan veya binalardan uluslararası standartta kalite ve faydayı sağlayamıyor. Sistemde bir yerlerde ciddi kaçak var.

Editör: TE Bilisim